Şu an üzerinde yaşadığımız
toprakların kadim varlığını nitelendirmek için söylenen büyük geleneksel
tanımlamalardan biri de bu toprakların “İslam ile yoğrulmuş” olmasıdır.
Milletimizin tarihine baktığımızda bu tanımlamanın çok da abes olmadığını
söyleyebiliriz. Burada asıl soru “İslam ile yoğrulmuş”
bu topraklara nasıl bir tohum ekildi ki son kuşak nesiller İslam’ı her
tartışmanın ana unsuru haline getirmeye başladı? Bu soruya bir başıma cevap
vermek ne bana düşer ne de yapabileceğim bir şey olmasa da birçoğunuz gibi
üzerine yazmak istediğim noktalar var.
Öncelikle Türkiye bir İslam
ülkesi değildir, sadece nüfusunun çoğunluğu Müslüman olduğunu söylenir. İslam
ülkelerinin toplumsal hayatı düzenleyici her detayı İslami olmalıdır. . Bu ülkede
son zamanlarda Müslümanlık söylemi araştırılmış ve bu araştırmaların sonucunda
seçilmiş bir dinden çok içinde doğulan ortamın getirdiği geleneksel yapıdan
ileri gelmektedir. Kısaca, farklı bir dinin yaşandığı ortamda dünyaya gelecek
olan birçok insan sorgulamadan sırf gelenekten o dini yargısız bir ön kabul ile
kabullenecekti. Allah din olarak sadece İslam’ı
göndermiştir. Her peygambere bir din göndermemiştir. Musevilik, Hristiyanlık ve
Müslümanlık din değil ümmettir. Hz. Adem ile Hz. Muhammed ve bu ikisi
arasındaki tüm peygamberler İslam peygamberidir. Allah, Hz. Musa’ya verdiği
Tevrat’ta Dinle, Hz. İsa’ya verdiği İncil’de Gör ve Hz. Muhammed’e verdiği
Kuran’da Oku/Aklet seslenişleri ile İslami yolculuğu insanın fıtratına göre
öğrenme adımları ile dinini insanlığın bilgisine sunmuştur. Her gönderilen
kitap İslami temellerin inşa edilmesi içindir ve her kitap bir öncekini tasdik
edicidir. Semavi dinlerin birbirine benzediğini ve birbirlerinin taklitleri
olduğunu savunan bir düşünce burada kendini çürütmüş olur çünkü sadece bir
semavi din vardır ve ümmetlerin yaptığı ibadetleri bu nedenle şekli olarak aynı
olmasa bile aynı kaynaktan çıkmışlardır.
Dinde zorlama yoktur. Her insan
kendi dinini seçmekte özgürdür. Bu seçimleri sırasında herhangi bir zorlama ile
karşılaşmaması ana ilkelerden biridir. Seçtiği dinin kurallarına göre yaşamak
ise o kişiyi o dinin yaşayan mensubu haline getirir. İslam dinini seçen bir
kişi de İslam’ın farzı ( zorunluluğu) olan ibadetleri yerine getirme
mecburiyeti içindedir. İslam bir bütündür ve bir kısmını kabul edip etmeme gibi
bir durum kabul edilebilir değildir. Müslüman olduğunu söyleyen ve namaz kılmayan
biri, namazın İslam’ın içinde olmadığını ya da kadınlar için başörtüsünün
olmadığını savunamaz, kendi nefsi
iradesizliği ile bu farzları yerine getiremediğini söyleyebilir.
İslam’da ruhban sınıfı ya da
Allah ile kulu arasında kurum ya da kişiler yoktur. Her kul her davranışından
dolayı Allah ile irtibattadır. Diyanet ya da tarikat şehleri sizi Allah
huzurunda savunamaz. Herkes kendi telaşında olacak. Allah kulları ile arasına
peygamberlerinin bile girmesine izin vermemiştir. Bir kişiyi dinden çıkarma ya
da kendi rızası dışında dine sokma İslam’da yoktur. Hür irade ve akıl baliğ
olmak yani bir iradeye sahip olmak İslam’ın vazifelerini ve Allah’a kulluk
görevlerini getirmek için temellendirilecek varlık sebepleridir. Bu nedenle
herkes kendi kendinin çobanıdır. Allah’ın izni olmadıkça kimse kimseye şefaat
edemez. Bir yaratılanın hangi sebeple olursa olsun yargılaması diğer
yaratılanın yapacağı bir şey değildir. Kendi geleceğini bilmekten aciz olan
insan bir başkasının gideceği yeri bilmekten de acizdir.
İslam ile bilim yapmanın kimyası
birbiri ile çelişmemektedir, aksine birbirlerini doğrularlar. Allah’ın indirdiği
kitap ayetleri gibi bir de doğa ve kâinat gibi yarattığı ayetleri vardır. Hiç indirilen ayetler ile karşılaşmamış bir
kimse bile yaratılmış ayetler ile Allah’ı bulabilir. Bunun için Hz. İbrahim
örneği tüm kitaplardan önce tarihte yerini almıştır. Allah kullarının dünyayı
gezmelerini öğütler ki onun muazzam yaratıcılığını görmemizi ister. Bu
buyruktan haberi olmamasına rağmen Charles Darwin’in gemi ile seyahatlerinden
sonra doğada gördüğü tüm değişimlerden sonra bir yaratıcının var olduğuna dair
inancı gelişmiştir. Yağmurun nasıl meydana gelip, yağdığını bilmeyen biri Allah’ın
rahmetine de bihaber demektir. Sadece yağmurun bile tüm süreçlerine hakim biri
için Allah’ın yaratmasındaki nizamı görmesi ve bu görme ile iman edip
şükretmesi dünya hayatında alıp alabileceği tüm derslere bedel olabilecek
muazzamlıktadır.
İslam’ı kabul etmiş biri için tembellik
asla kabul edilebilir bir tutum değildir. Geçmişte İslam’ın altın çağını yaşadığı döneme
baktığımızda üretkenliğin sanattan, astronomiye, tıptan, kimyaya, fizikten,
edebiyata, coğrafyadan felsefeye birçok dal ve disiplinde hat safhada olduğunu
görüyoruz. İslam’ın varlığı bugün
söyletilmeye çalışıldığı gibi üretkenliğe ya da bilimsel verilerin ortaya
çıkmasına engel değil, bu süreçlerin oluşması için en uygun zemindir. Bir zatın
şöyle bir yorumuna denk gelmiştim: “Batı ne zaman batıl olan dini yaşamından öteleyip
geriye koyduğunda altın çağını yaşamaya başladıysa, İslam toplumu da buna
özenip hak dini öteleyip geriye attığında bugün konuşulan İslam coğrafyasının
zeminini oluşturmaya başlamıştır.” İşte böyle güzel bir tanımlama günümüz
koşullarını bir nebze anlamakta bizlere yardımcı olacaktır. İslam insana vakfe
dışında durmayı ve tembelleşmeyi önermemiştir. Vakfe bile bir durma hali değil,
insanın kendine zaman ayırıp neredeyim bu gidişat nereye diye sorma halidir.
Sözün özü “ insan başıboş bırakılmamıştır.” İslam’ın içinde olun ya da olmayın
yaratılışınızı sorgulayın.
Başkalarına bakarak İslam’ı
öğrenmeyi ya da sorgulamayı kolay kolay düşünmeyin. Hal dili Kamil insanların bir vasfı
diyebiliriz. Çevremizde böyle insanlara kolayca rastlayamıyoruz ne yazık ki. O
nedenle Allah’ın ayetlerinin bulunduğu Kuran-ı Kerimi okumadan insanlara bakıp
din hakkında bir yorumda bulunmak doğru değildir. Kuran’ı okuyarak anlayamazsın
ya da orada her şey yazılı değil diyenlere kulak asmayın. Allah Kuran- ı Kerim’i
“açık ve eksizsiz tam bir kitap” olarak yarattığını söyler. Hiç okumadan
yorumunuz olacağına okuyup anlamadığınız yerleri araştırarak bir fikriniz
olması çok daha iyidir.
İslam’ı öğrenme yoluna girmek
istediğinizde mutlaka karşınıza çıkan işaretleri takip etmeyi unutmayın. Siz
bir adım attığınızda on adım kendine çekecek bir yoldan bahsediyorum. Bu yola
girmek insanın konfor alanından çıkması demek, varlığını bilmediğiniz
gerçekleri öğrendiğinizde artık onlardan sorumlu olacaksınız. Merak etmenin ve öğrenmenin huzuruna ve tadına
vardığınızda konfor alanınızdan çıktığınızı düşündüğünüz bu yolun aslında
kendinize giden bir yol olduğunun farkına varacaksınız. Başlangıçta külfet olarak görünen her şey
zamanla tadına doyamayacağınız ve her gün daha fazla isteyeceğiniz manevi bir
huzura dönüşecek. Kendi ile çetin mücadele vermiş, yolda olan birinden kesin
bilgi.
İnsan yıllarca doğru
bildiklerinin aslında yanlış olduğunu fark ettiğinde, yaşamının yanlış bilgiler
üzerine temellendirilmiş olmasını kabul edemediği için yanlış bilgilerine yani
geçmişine daha kuvvetli ve daha sıkı tutunma eğiliminde olabiliyor(peygamberlerin gönderildiği birçok toplumun başına gelen durumda olduğu gibi). Bu nedenle aklınızın ve kalbinizin birlikte
tamam demediği her bilginin doğrusunu araştırmada kendinize dürüst olmanız
takınmanız gereken en temel dik duruş olacaktır.
Hesap vereceğiniz tek merci Allah'tır ,işte bu kadar da özgürsünüz. Allah’a
emanet.