21 Aralık 2013 Cumartesi

SEVGİ VE UMUDUN İNSANLARI

Bir toplum ne için savaşıyorsa zamanla ona dönüşüyor.

Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında; Aliya İzzetbegoviç, Hakka yürüyüşünün 10. yılında bir sempozyum ile anıldı. Kendi dini ve farklı din ve uyruklardan insanların bir arada yaşayabilmesi için, bu duyguların ne anlama geldiğini bilmeyen kitle insanları ile ömrü boyunca mücadele etti  .İslam ülkelerinin birlik ve beraberlik içinde kardeşçe yaşaması , İslam adına yapılan her organizasyon ve yapının desteklenmesini destekledi. Korkmadı, hapse atıldı , mahkumiyet  aldı ,ölüm tehlikeleri atlattı ve kaçırıldı ama korkmadı.İşte böyle bir lider’in neslinden de onun arkasından yürüyen inançlı insanlar geliyor.

Aynı etkinlik kapsamında günün akşamında , Bosna Hersek Fatih Sultan Han İlahi Korosu muhteşem bir performans sergiledi. Aynı dili konuşmuyorduk belki ama kalplerimiz birdi. Avrupa’nın göbeğinde tüm zulüm ve onca tehdide karşı imanları ile dimdik ayakta duran bir nesil var Bosna Hersek’te.Hep bir ağızdan ve gönülden kopan ilahiler tüm dinleyicileri gönülden birbirlerine kenetledi.

Ne için mücadele ettiklerini ve Bilge Kral’larını hiçbir zaman unutmadı Bosnalılar.Müslüman bir topluluk olarak Avrupa’nın göbeğinde yer almak düşünüldüğünden zor bir durum. Onlar bu zorlukların üstünden imanları ve gelecek inançları ile geliyorlar.Onların bu çabalarına siyasiler siyaset dilinde yardım ediyorlar , bizler ise bu kardeşlerimize dualarımız ile yardım edeceğiz.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

NE KADAR İNSANIZ?

Değer yargıları ve bakış açısı yaşandıkça ve tecrübe edildikçe zaman içinde gelişen ve değişen görüşlerden oluşmaktadır.İçinde bulunmadığımız ya da şahit olmadığımız durum ve olaylar hakkında ve bu olaylara karşı  , olayları yaşayanlara göre daha sığ ve dar bir bakış açısına sahip olduğumuz su götürmez bir gerçektir. Sosyal konularda teorik olarak eşsiz bir bilgiye sahip olsak dahi örnek bir olay gerçekleştiğinde ,o olayı daha önce yaşamış vasıfsız bir kişi karşısında manevi/duygusal bakış açısından şansımız yoktur.

Geçen sene İstanbul’dan Eskişehir’e yüksek öğrenimim için gittiğimde Suriye’deki iç savaş şuan olduğu gibi tüm hızı ile devam etmekteydi. Türkiye, Suriyeli vatandaşlara sığınmacı kamplarında kucak açmış ve bu kucak açma karşısında haklı veya haksız toplumun belli kesimlerinden ;“bu kadar insana nasıl bakılacağı ve Türkiye’de bu kadar aç insan varken bir de Suriyeliler mi beslenecek” endişesi  ve bencil telaşı yüksek tonda dile getirilmekteydi.

Eskişehir’e gidenler bilirler ki ; onları şehirde karşılayan ilk şeylerden biri ; 1. Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı savaş jetlerinin kulakları oldukça rahatsız eden sesleridir. Alışık olmayanlar için oldukça ürkütücü ve telaşa neden olan bu sesler ,zamanla olağandışı  değil de sadece tatbikat ve deneme amaçlı uçuşlar olduğunun benimsenmesi ile normalleşmektedir.

Bomba taşımayan ve bırakmayan  veya herhangi bir tehlike arz etmeyen bu jetlerin aynı Suriye’de ya da şuan iç-dış savaşların devam ettiği diğer ülkelerde olduğu gibi ; rastgele bomba , füze bırakacağı ve bir çok masum/ sivil insanı öldüreceği psikolojisi altında yaşamak nasıl bir şey olurdu? Her sesten ürkmek , ya uçan jetlerin biri binaya çarparsa endişesini sürekli taşımak savaş olmayan bir ülke de bile bir yığın endişeye neden oluyorken savaş olan ülkelerdeki insanların psikolojisini hakkı ile anlamak şöyle dursun tahmin edilemeyecek bir durumdadır.

Empati yapabildiğimiz kadar “İNSAN”, ayrım yapacak kadar canavarız.

Milliyetçilik damarlarının kabarması demek , nefret söylemlerinin artması demektir. Bu topraklarda milliyetçilik gibi sonradan oluşturulmuş kavramlar insanların kendilerinden olmayanlara karşı, “tu- kaka, onlar kötü olan her şeyi hak eder” yargılarını bencilce canlı tutmaktadır. Kaldı ki İslami inanışın yaygın olduğu bir toplumda milliyetçilik ve ötekileştirme kavram ve yargılarının bulunması bir o kadar endişe vericidir.

22 Mart 2013 Cuma

SİTEM ETMEYE KENDİMİZDEN BAŞLASAK


 Sitem en yakında bulunana değil, en yakın hissedilene edilir. Sitemde yakınlık maddi yakınlıktan çok manevi yakınlıkla ilgilidir. Yıllardır yanında, yakınında olan insanla konuşamayan insan evladının gün gelir ilk kez gördüğüne çözülür dili, tüm kitli kapılarının anahtarını, kalbine giden tüm yolların haritasını verir, yeni gelene.

 Konuşmak için konuşmaz beşer olan insan, her konuşması aslında dinlenilmek, ilgilenilmek istediğine işarettir. Çocukları düşünün, konuşmaya başladıklarında anne ve babasının en çok ilgisini çeken kelimeyi sürekli tekrarlarlar. Söylediği kelimenin ilgi toplayıcı olduğunu anladığı anda her fırsatta aynı kelimelerini yinelerler. Ta ki ilgi çekici başka kelimeler, cümleler bulana kadar. Çoğu kez  karşılaşmışızdır, konuşan çocuğu dinlemediğimizde eli ile yüzümüzü kendi yüzüne doğru çevirdiğine. Haklıdır bu hareketinde , o bizim için konuşmaktadır, tüm söylediklerini ilgi ile dinlememiz gerekmektedir. İşte insan evladının konuşmasının; dinlenilme ve ilgi çekilme serüveni daha küçük bir çocukken başlar.

 Büyümeye başlanıldıkça garipleşir insan evladı; çocukken konuşarak anlattığı şeyleri ,büyüdükçe susarak anlatmaya çalışma çabasına girişmiştir artık. Susarak anlaşılmak, ilgiyi bu sefer konuşarak değil susarak kendine çekmek istemektedir.Farkında olmadığı bir şey vardır bu süreçte insan evladının, kendisi gibi susan ve anlaşılmak isteyen insan sayısı sandığından daha fazladır  ; fakat onun bu susmasını fark edenlerin sayısı ise bir o kadar azdır.Sustukça ve ilgi görmedikçe içine döner susan, fark edilmemek daha çok susturur , kendini soyutlar onun bu durumunu sormayanlara karşı. Nedir ki istediği ,” Sadece neyin var?“ diye sorulmasıdır. Sorunun gelişiyle o akacak ,çağlayacaktır muhatabına doğru.

 Globalleştikçe, global bir köye dönen dünya ,yan odadaki aile bireyinin ne yaptığını bilmeyecek kadar uzaklaştırır insanları birbirinden.Dünyanın bir ucundaki insanlarla konuşur her halini biliriz ; fakat alt kattaki komşunuzun adını öğrenme zahmetine katlanamayız. Böyle bir dönemde hiç konuşmadan anlaşılmayı beklemek , derdiğinizi anlattığınız kişinin sizin ile ilgilenmediğini düşünmek yerine; hala derdinizi dinleyebilecek birine sahip olduğunuz için ne kadar şanslı olduğunuzun farkına varmak daha gerçekçi olacaktır.


28 Ocak 2013 Pazartesi

PAYINA DÜŞENİ Mİ ALIYOR HERKES BU AŞKTAN?


Payına düşeni mi alıyor herkes bu aşktan?

İşte pay etmek, hak etme kavramlarından bahsetmeye başlandığında bitiyor sevgiler. Araya “ben” giriyor “ bencilik” giriyor. Ben daha çok sevdim, ben daha çok üzüldüm, ben daha çok özledim. Ben demek İblis’liktendir. İblis'i iblis yapan, yani şeytanlıktan çıkarıp iblis yapan "Ben Âdem’den üstünüm."  lafıdır. İnsanı da insani duygularından ayıran ve bedenine bencillik tohumları eken de  “ben “ lafıdır. Benlik bencilliktir.

Çok sevdiğim bir şarkıda geçer ; ” Kendini unuttuğun gün beni anlayacaksın.” sözleri, kendi “ ben” duygumuzdan kurtulduğumuzda başka insanların varlığının farkına varacağız. Dünyada tek olmadığımızı bizden başka insanların da var olduğunu, bizim acımızdan, başarımızdan, kutsalımızdan, aşkımızdan… başka şeylerinde olduğunu anlayacağız.

Peygamberimiz Hz. Muhammed ( s.a.v) "Seven sevdiğine sevdiğini söylesin."  der bir Hadis-i Şerifinde. Peki, biz ne yaptık? Yanlış anladık, sevdiğini söyleyeni aşağıladık, sevgisini söyleyeni cesaretlendirmedik, sevgiyi dillendirmeyi acizlik olarak gördük. Neden peki? Çünkü gerçek sevgiyi yaşamadık, o huzura varamadık, sevginin ne anlama geldiği düşünmedik. Düşünmedik çünkü düşünmeyle anlaşılacak, farkına varılacak bir şey değildir sevgi. Akıldan bağımsızdır, akıl ile söz geçmez. Akıl ile söz geçseydi eğer, seveceğimiz kişileri belirleme fırsatımız olurdu.

Peki ya sevenin gözünden sevdiği nasıldır?

Yine şarkılardan örnekleyeyim; “Gözlerim ol, bakıp bakıp görmezden geldiğin, dünyamı döndür a canım.” ya da “ Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.” Sevgisi de sitemi de aşığınadır. Diyemediğidir, içinde sakladığıdır belki de. Anlaşılmak ister, sevilmek ister, fark edilmek ister bazen ise hiç bilinmemek ister, gizliden sever.

Karşılığı yok ise bir sevdanın, zorla sevgi koyulmaz hiçbir kalbe. Sevgi kendiliğinden yeşerir ve büyür, ilgiye göre azalır ya da artar. Nice sevgiyi hak eden fakat bu hakkından mahrum sevilmeye değer insan vardır. Bu hak ediliş “Hakk” ile gerçekleşir kimi zaman. Hakk yolunda huzur bulunur, Hakk’ın huzura çıkılır. İşte o zaman anlaşılır ki nice bünyevi sevgi Hakk’a ulaşmak içinmiş. İşte o zaman anlaşılır acı neymiş, ne için yaşanmış, hangi kapıyı açmış?

Unutulmamalıdır ki; sevgisini asla sevdiğinin üzerinden çekmeyen, her zaman karşılıksız seven, sevdiği O’nu ne kadar üzse de sevgisini hiç azalmayan “Hakk”tır. İnsan ne kadar olgunlaşsa da insandır. Bencillik uğrar her birine.