9 Aralık 2016 Cuma

Görsel Medyanın Algı Yönetimindeki Etkisi



Küreselleşme ve kapitalizmin etkisi ile kadim medeniyet ve çok kültürlü anlayış yerini tek tipleşmeye (McDonaldlaşmaya) bırakmaya başlamıştır.Bu durumun en büyük faktörlerinden biri de yaygınlaşan teknoloji kullanımı ile İnternettir. İnternetin dünya çapında yaygın kullanımının artması ile ülkeler arası sınırlar kalkmış, iletişimin her türlüsü mümkün hale gelmiş ve dünya küresel bir köye dönüşmüştür.

 İletişimin çeşitlenmesi ve maliyetinin düşük olması nedeni ile geniş kitlelere ulaşmak kolaylaşmış, aynı zamanda modern insanın hayatında yer edinmek de bir o kadar zorlaşmıştır. Bu durum eski alışkanlıkların yerini yenilerinin almasına neden olmuştur. İnsanlar gazete kitap okumak yerine seslendirilmiş haberleri, kitapları dinliyor ya da video izleyerek bilgiyi kolay yoldan elde etmeyi tercih edebiliyorlar.Bilgiye kolay ulaşma ve modern insanı etkileyen en cazip araç denildiğinde akla ilk gelen görsel medya oluyor.

Görsel medya, izleyici üzerinde etki etme ve hazır bilgiye kolayca ulaşma konularında diğer kitle iletişim türlerine göre daha işlevseldir.Görsel medya kullanımını televizyon, sinema ve video olarak ele aldığımızda etkisinin ne kadar yoğun olduğunu kendi deneyimlerimizden de tecrübe edebiliriz.

Sinema, televizyon ve videoların ne derece etkili olduğunu ilk keşfedip, kullananların başında Yahudi Soykırımını dünyaya duyurmak ve ne derece vahim durumların yaşandığını dünya insanlarına gösterme çabasında olan Yahudiler gelmektedir.Yahudi yönetmenleri ve yapımcıları ellerindeki materyalleri vurucu,etkili, duygusal ve empati yapmaya yönlendirici biçimde izleyiciye sundukları tartışma götürmez bir gerçektir. İzleyicilerinin kaçı Schindler'in Listesi, Piyanist ,Çizgi Pijamalı
Çocuk... gibi filmlerin etkisi altında kalmamıştır ki. Aynı şekilde Amerika'nın kullandığı ( Americanization) Amerikan yaşam tarzını Holywood aracılığıyla, dünyayı Amerikan kültürüne entegre etme ve insanı tek tipleştirme niyetinde olan kapitalizmin sinema yoluyla yayılmak istenmesi çoğu kez kültürel tartışmalara konu olmuş ve olmaya da devam etmektedir.

Görsel medyayı işlevsel kullanma gücü elinde olan şirketler ve ülkeler, kendi çıkarları için algı oluşturmanın yanında, kendileri için tehlike olarak adlandırdıkları gruplara veya ülkelere yönelik, karşı algı oluşturma girişiminin de içindedirler. Karşı algı oluşturmanın kıskacında çoğunlukla ırksal, dinsel, ulusal, cinsiyetsel ayrımlar yer almaktadır. Amerikan filmlerinde çokça karşılaşılan kilisede ayin törenleri naifken, camide namaz için toplanan cemaatin terörist olarak gösterilmesi, kahraman olarak gösterilen bir beyaza hepimiz aşına iken, çete lideri, illegal işlerle uğraşan ve sokak dövüşlerine konu olan kişiler çoğunlukla siyahilerdir. Filmlerde Amerikalı ve batılı patronlara rastlayabilirsiniz fakat orta doğulu ya da Asyalılar şirket çalışanlarından öteye gidemezler, iş yerlerinde iyi kariyere sahip kişiler erkeklerken, kadınların pozisyonları yönetici asistanı, başarısız yazardan ve hırsının kurbanı olmuş kişilerden öteye geçemez. Uygulanan yöntemler (stereotype) ile ayrımcılığa uğrayan grupların filmlerde verilen bilgiler ile oluşturulmaya çalışılan yargıların pekiştirilmesi ve kalıplaştırılması amaçlanmaktadır.Aynı zamanda filmler aracılığı ile izleyicilerin algısını istenilen noktalara yönlendirmek istenilmektedir. Farkındalık gözlüğü ile baktığımızda görsel medyanın ayrımcı, algı yönetici dilini ve hedefini açıkça görebiliriz.

Bugün ve gelecekte algı yönetimi en büyük psikolojik silah olma avantajını koruyacak ve algıyı kim yönetebiliyor ve yönlendirebiliyorsa küresel güç de onun elinde olacaktır.Ünlü yönetmen Majid Majidi’nin 2010 yılında bir konuşmasında dile getirdiği:  ‘‘Eğer bugün peygamber efendimiz yaşasaydı, tebliğ için sinemayı kullanırdı’’. cümlesi kitleleri etkilemede görsel iletişimin (sinema ) ne derece büyük öneme sahip olduğunu ayrıca bir kez daha ortaya koymaktadır.

25 Mart 2016 Cuma

UYANIŞIN SORGUSU



Yeni yeni putlar dikip, insanların ve sistemlerin metalaştırılıp tapılmaya başladığı günlerin ufuğunda, “ yok mu bir İbrahim, yok mu bir cesur yürek” deyip hayıflanarak göklere bakmalara doyulamadı. Kurtarıcıların şafak vaktini bekler olundu, beklenen o ki: gün doğacak ve bir bakılacak, insanlık bütün aciziyetinden kurtulmuş. Ne beyhude bir rüya ki, birinden uyanıp bir diğerine uyuyor, uyumalara, rüya görmelere bir türlü doyamıyor bir nesil.

Kolay olan bir kurtarıcı bekleyip tüm sorumluluğu onun sırtına yükleyip, “hadi yap, kurtar bizi” demelerin peşine düşüldü.Bir lider, bir öncü bulup peşinden gitmenin kolay ve meşakkatsiz yolu seçildi, sorgulamadan, şüphe edilmeden. Unutulan bir şey vardı ki, öncü ve liderlerin hepsi bir sürünün çobanıydı, birey ya çoban olmak için uğraşacak ya da kolayı seçip sürüye katılacak.Bazısı ise isyanı seçecek.

Çoban(lider, öncü) olmak için uğraşan insanlar, emeklerinin karşılığını sürülerine katılanların bağlılık, nitelik ve niceliklerine göre elde ederler. Lider otoritesini korumak zorundadır. Bu nedenle grup içinde lidere ve liderin emirlerine tam bağlılık esas unsurdur. Emirlere karşı gelenler sürüden uzaklaştırılıp ihanet damgası ile damgalanırlar. Kralına karşı haklı olan bir vekil, kocasına karşı haklı olan bir kadın, subayına karşı haklı olan bir nefer; bunların hepsi iki kat cezaya çarptırılmaz mı? Zayıflar için haklı olmak suçtur.” (Amin Maalouf ) Liderin statüsü sesinin ne kadar yüksek çıktığı, etkisinin ne kadar etkin olduğu ve sürüsünün büyüklüğü ile ölçülür. Her insan lider olmanın yorucu yolunan katlanamadığı için statünün getirdiği olanaklardan haberdar değildir.

Diğer bir seçenek: bir sürüye katılmaktır.Dünyaya kendi kendinin çobanı olması için gönderilen insan, kendine çoban olmanın büyük yükünü kaldıramıyor ve bir sürüye katılmayı seçiyor. Tüm düşünme eylemini lidere ve gruba bırakan üye tüm iplerini de bulunduğu gruba teslim etmiş oluyor. Çünkü düşünme ve risk alma görevini artık lidere bırakmış ve bu görevlendirme onun için tüm yüklerinden kurtulma yolu olmuştur..Artık tam bir grup üyesi olmuştur .Bir gün gruba aykırı düşünceler içinde olduğunda, kendi fikirlerini dile getirmeyi cahillik ve saygısızlık olarak nitelendirmeye başlayacaktır. Sonuç ise :“Büyük üstad’lara, büyük düşünürlere, büyük kahramanlara, liderlere tapınma derecesinde bağımlı olan toplumlar/kültürler bu büyükleri aşmanın bir tür sapkınlık olduğunu düşündükleri için, kendi kendilerine düşünemiyor ve özgün/bağımsız yorumlar/yöntemler üretemiyor.”  (Atasoy Müftüoğlu)

Bir de tüm oluşmuş düzene karşı çıkan isyancılar vardır. Onlar şüphecidirler: lider olmak ya da bir sürüye katılmak için değil ,şüphecilikleri var olan tüm düzenleri sorgulayarak mutlak bilgiye ulaşmak istemelerindendir. Körü körüne hiçbir bilgiye, sisteme ve kişiye bağlanmamak mutlak güçleridir. "Hangi bağlamda olursa olsun, otoriter üstaların/liderlerin pasif izleyicileri olmaktan vazgeçmeliyiz." (Atasoy Müftüoğlu)

Onlara İbrahim’in yolundan giderler de diyebiliriz.

“İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azizdir, hakimdir, buyurdu.”Bakara/260

Hz. İbrahim’in şüpheciliği inkara düşmek için değil, kalbinin huzur bulması içindi. İnsanoğlunun yüzyıllardır devam eden yolcuğununda mutlak bilgiye ulaşmak için göstermiş olduğu çaba son yüzyılda umut ve şevk ışığından yoksun olarak devam etmektedir. Düşünmenin, isyanın ve şüpheciliğin yerini doğruluğu/yanlışlığı sorgulamadan toplum tarafından kabul görmüş eylemlerin ve inanışların direkt kabul almıştır. Tahkiki imanın yerini  taklidi iman alarak, yapılan tüm ibadetlerin neden sonuç ilişkisi koparılmış sadece huşusuz eylemlere dönüştürülmüştür.

Putları yıkmak için Hz. İbrahim’i beklemek yerine her insan kendi kendinin İbrahim’i olmalıdır. "Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık." Nasıl ki , bireyleri dejenere olan bir toplam çökmeye mahkumsa, bireyleri akletmenin tadına ulaşan bir toplum da kurtuluşa yakındır. ” Kişiler kendilerini değiştirmeden Allah toplumu değiştirmez.” İnsan kendinde mevcut olan atalet durumunu aşıp kendine sorulan şu soruyu samimi bir şekilde yanıtlamalıdır.” Yani siz kimin dinine uyacaksınız. Babalarınızın dininden misiniz, yoksa Allah'ın dininden mi?