20 Mayıs 2020 Çarşamba

YOLDA OLMAK


Şu an üzerinde yaşadığımız toprakların kadim varlığını nitelendirmek için söylenen büyük geleneksel tanımlamalardan biri de bu toprakların “İslam ile yoğrulmuş” olmasıdır. Milletimizin tarihine baktığımızda bu tanımlamanın çok da abes olmadığını söyleyebiliriz. Burada asıl soru “İslam ile yoğrulmuş” bu topraklara nasıl bir tohum ekildi ki son kuşak nesiller İslam’ı her tartışmanın ana unsuru haline getirmeye başladı? Bu soruya bir başıma cevap vermek ne bana düşer ne de yapabileceğim bir şey olmasa da birçoğunuz gibi üzerine yazmak istediğim noktalar var.

Öncelikle Türkiye bir İslam ülkesi değildir, sadece nüfusunun çoğunluğu Müslüman olduğunu söylenir. İslam ülkelerinin toplumsal hayatı düzenleyici her detayı İslami olmalıdır. . Bu ülkede son zamanlarda Müslümanlık söylemi araştırılmış ve bu araştırmaların sonucunda seçilmiş bir dinden çok içinde doğulan ortamın getirdiği geleneksel yapıdan ileri gelmektedir. Kısaca, farklı bir dinin yaşandığı ortamda dünyaya gelecek olan birçok insan sorgulamadan sırf gelenekten o dini yargısız bir ön kabul ile kabullenecekti. Allah din olarak sadece İslam’ı göndermiştir. Her peygambere bir din göndermemiştir. Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık din değil ümmettir. Hz. Adem ile Hz. Muhammed ve bu ikisi arasındaki tüm peygamberler İslam peygamberidir. Allah, Hz. Musa’ya verdiği Tevrat’ta Dinle, Hz. İsa’ya verdiği İncil’de Gör ve Hz. Muhammed’e verdiği Kuran’da Oku/Aklet seslenişleri ile İslami yolculuğu insanın fıtratına göre öğrenme adımları ile dinini insanlığın bilgisine sunmuştur. Her gönderilen kitap İslami temellerin inşa edilmesi içindir ve her kitap bir öncekini tasdik edicidir. Semavi dinlerin birbirine benzediğini ve birbirlerinin taklitleri olduğunu savunan bir düşünce burada kendini çürütmüş olur çünkü sadece bir semavi din vardır ve ümmetlerin yaptığı ibadetleri bu nedenle şekli olarak aynı olmasa bile aynı kaynaktan çıkmışlardır.

Dinde zorlama yoktur. Her insan kendi dinini seçmekte özgürdür. Bu seçimleri sırasında herhangi bir zorlama ile karşılaşmaması ana ilkelerden biridir. Seçtiği dinin kurallarına göre yaşamak ise o kişiyi o dinin yaşayan mensubu haline getirir. İslam dinini seçen bir kişi de İslam’ın farzı ( zorunluluğu) olan ibadetleri yerine getirme mecburiyeti içindedir. İslam bir bütündür ve bir kısmını kabul edip etmeme gibi bir durum kabul edilebilir değildir.  Müslüman olduğunu söyleyen ve namaz kılmayan biri, namazın İslam’ın içinde olmadığını ya da kadınlar için başörtüsünün olmadığını savunamaz,  kendi nefsi iradesizliği ile bu farzları yerine getiremediğini söyleyebilir.

İslam’da ruhban sınıfı ya da Allah ile kulu arasında kurum ya da kişiler yoktur. Her kul her davranışından dolayı Allah ile irtibattadır. Diyanet ya da tarikat şehleri sizi Allah huzurunda savunamaz. Herkes kendi telaşında olacak. Allah kulları ile arasına peygamberlerinin bile girmesine izin vermemiştir. Bir kişiyi dinden çıkarma ya da kendi rızası dışında dine sokma İslam’da yoktur. Hür irade ve akıl baliğ olmak yani bir iradeye sahip olmak İslam’ın vazifelerini ve Allah’a kulluk görevlerini getirmek için temellendirilecek varlık sebepleridir. Bu nedenle herkes kendi kendinin çobanıdır. Allah’ın izni olmadıkça kimse kimseye şefaat edemez. Bir yaratılanın hangi sebeple olursa olsun yargılaması diğer yaratılanın yapacağı bir şey değildir. Kendi geleceğini bilmekten aciz olan insan bir başkasının gideceği yeri bilmekten de acizdir.

İslam ile bilim yapmanın kimyası birbiri ile çelişmemektedir, aksine birbirlerini doğrularlar. Allah’ın indirdiği kitap ayetleri gibi bir de doğa ve kâinat gibi yarattığı ayetleri vardır.  Hiç indirilen ayetler ile karşılaşmamış bir kimse bile yaratılmış ayetler ile Allah’ı bulabilir. Bunun için Hz. İbrahim örneği tüm kitaplardan önce tarihte yerini almıştır. Allah kullarının dünyayı gezmelerini öğütler ki onun muazzam yaratıcılığını görmemizi ister. Bu buyruktan haberi olmamasına rağmen Charles Darwin’in gemi ile seyahatlerinden sonra doğada gördüğü tüm değişimlerden sonra bir yaratıcının var olduğuna dair inancı gelişmiştir. Yağmurun nasıl meydana gelip, yağdığını bilmeyen biri Allah’ın rahmetine de bihaber demektir. Sadece yağmurun bile tüm süreçlerine hakim biri için Allah’ın yaratmasındaki nizamı görmesi ve bu görme ile iman edip şükretmesi dünya hayatında alıp alabileceği tüm derslere bedel olabilecek muazzamlıktadır.

İslam’ı kabul etmiş biri için tembellik asla kabul edilebilir bir tutum değildir. Geçmişte İslam’ın altın çağını yaşadığı döneme baktığımızda üretkenliğin sanattan, astronomiye, tıptan, kimyaya, fizikten, edebiyata, coğrafyadan felsefeye birçok dal ve disiplinde hat safhada olduğunu görüyoruz.  İslam’ın varlığı bugün söyletilmeye çalışıldığı gibi üretkenliğe ya da bilimsel verilerin ortaya çıkmasına engel değil, bu süreçlerin oluşması için en uygun zemindir. Bir zatın şöyle bir yorumuna denk gelmiştim: “Batı ne zaman batıl olan dini yaşamından öteleyip geriye koyduğunda altın çağını yaşamaya başladıysa, İslam toplumu da buna özenip hak dini öteleyip geriye attığında bugün konuşulan İslam coğrafyasının zeminini oluşturmaya başlamıştır.” İşte böyle güzel bir tanımlama günümüz koşullarını bir nebze anlamakta bizlere yardımcı olacaktır. İslam insana vakfe dışında durmayı ve tembelleşmeyi önermemiştir. Vakfe bile bir durma hali değil, insanın kendine zaman ayırıp neredeyim bu gidişat nereye diye sorma halidir. Sözün özü “ insan başıboş bırakılmamıştır.” İslam’ın içinde olun ya da olmayın yaratılışınızı sorgulayın.

Başkalarına bakarak İslam’ı öğrenmeyi ya da sorgulamayı kolay kolay düşünmeyin.  Hal dili Kamil insanların bir vasfı diyebiliriz. Çevremizde böyle insanlara kolayca rastlayamıyoruz ne yazık ki. O nedenle Allah’ın ayetlerinin bulunduğu Kuran-ı Kerimi okumadan insanlara bakıp din hakkında bir yorumda bulunmak doğru değildir. Kuran’ı okuyarak anlayamazsın ya da orada her şey yazılı değil diyenlere kulak asmayın. Allah Kuran- ı Kerim’i “açık ve eksizsiz tam bir kitap” olarak yarattığını söyler. Hiç okumadan yorumunuz olacağına okuyup anlamadığınız yerleri araştırarak bir fikriniz olması çok daha iyidir.

İslam’ı öğrenme yoluna girmek istediğinizde mutlaka karşınıza çıkan işaretleri takip etmeyi unutmayın. Siz bir adım attığınızda on adım kendine çekecek bir yoldan bahsediyorum. Bu yola girmek insanın konfor alanından çıkması demek, varlığını bilmediğiniz gerçekleri öğrendiğinizde artık onlardan sorumlu olacaksınız.  Merak etmenin ve öğrenmenin huzuruna ve tadına vardığınızda konfor alanınızdan çıktığınızı düşündüğünüz bu yolun aslında kendinize giden bir yol olduğunun farkına varacaksınız.  Başlangıçta külfet olarak görünen her şey zamanla tadına doyamayacağınız ve her gün daha fazla isteyeceğiniz manevi bir huzura dönüşecek. Kendi ile çetin mücadele vermiş, yolda olan birinden kesin bilgi.

İnsan yıllarca doğru bildiklerinin aslında yanlış olduğunu fark ettiğinde, yaşamının yanlış bilgiler üzerine temellendirilmiş olmasını kabul edemediği için yanlış bilgilerine yani geçmişine daha kuvvetli ve daha sıkı tutunma eğiliminde olabiliyor(peygamberlerin gönderildiği birçok toplumun başına gelen durumda olduğu gibi). Bu nedenle aklınızın ve kalbinizin birlikte tamam demediği her bilginin doğrusunu araştırmada kendinize dürüst olmanız takınmanız gereken en temel dik duruş olacaktır.  Hesap vereceğiniz tek merci Allah'tır ,işte bu kadar da özgürsünüz. Allah’a emanet.