Toplumuzdaki
aile yapısının durumunu genel hatlarıyla kişilere sorduğumuzda, şu an içinde
bulunduğumuz zamanda aile yapısının geçmişe göre daha bozulmuş olduğunu
dillendirmeleri olasıdır. Bunun sebebi olarak; TÜİK verilerini ya da aile içi sorunların
medyada görünürlük kazanmasıyla toplumun konu hakkındaki daha fazla bilgi
edinmesini ileri sürebiliriz. Konuya başka bir açıdan baktığımızda, yani
geçmişte bilgi edinmenin kolay olmaması, TÜİK verilerine ve medyaya
yansımaması, internetin olmaması ve adli kaynaklara dahi geçmeyen bir çok
nedenden dolayı geçmişte aile içi sorunların günümüze göre daha az veya daha
çok olduğu konusunda net bir şeyler söylememiz doğru olmayacaktır.
Konuya somut bir
çerçeveden bakacak olursak. Geçmişte aile içi şiddet, ailenin iç sorunu,
mahremi sayılarak aile içindeki büyüklerin ya da adli vakaya dönüşmesinde daha
karakollarda ötelenerek yok sayılması, namus başlığı altında kadın
cinayetleriyle kadınların hiç dünyaya gelmemiş gibi ortadan yok edilmesi ( 1984
kitabındaki tabirle buharlaştırma) , sadece dini nikah ile evliliklerin yaygın
olmasından boşanmaların verilere yansımaması, taciz ve tecavüzlerde mağdurun
suçlu sayılmasından ve toplumsal baskıdan ötürü üzerinin kapatılması ya da
mağdurlar tarafından olayların hiç dillendirilmemesi ve yine aynı nedenlerle
LGBT’li bireylerin toplumdan kendilerini saklaması, evlerde doğumun yaygın
olmasından istenmeyen ya da evlilik dışı bebeklerin öldürülmesi, devlet ve toplumsal denetimin kısıtlı olması,
toplumsal adet, gelenek ve tabuların kişilerin hak ve hürriyetlerinden daha
önemli ve baskın olması gibi sayılacak bir çok nedenden ve engelden dolayı sırf
bugünkü bilinirlikten ötürü, aile yapısının günümüzde geçmişe göre daha deforme
olmuş olduğunu savunamayız.
Aile kurumunun içinde
yapılan ve olağan gibi algılanan fakat sonuçlarıyla en büyük yanlışı oluşturan
onulmaz bir eğilim toplumun kaderini belirleyecek şekilde sonuçlar doğurmakla
kalmayıp, toplumsal hafızanın iliklerine kadar işlemektedir. Bu nedenle aile
kurumu, toplumun geleceğini belirleyen en amil fonksiyondur. Aile düzeninin
bozulması kelebek etkisi olarak toplumu bozacaktır.
Aile kurumunun
deformasyonuna neden olan bir çok etken olmasına rağmen bunların başında
gelebileceklerden ve en önemlilerinden biri kadın ile erkek arasındaki
ilişkidir.Tüm mahlukatın emrine verildiği akıl baliğ olan insanın iki cinsi
arasında olan ilişkide bedensel gücü elinde bulunduran cinsin tüm mahlukata
olduğu gibi diğer cinsine karşı da üstün olma hırsı ilk insandan bu güne dek
belki de dünyanın son gününe kadar devam edecek menfur bir hevestir.
Aile içinde
başlayan ve çocukların üzerine yüklenen görevler bakımıyla, yazılı olmayan
kurallarla kadın ve erkeğin görevleri belirlenirken yapılan adaletsizlik,
zamanla toplumun tüm fonksiyonlarına nüfus eder bir hal almıştır. Muhafaza etme
çabası altında kadına yüklenen görevler kadının ev dışında emniyetsiz olacağı,
fıtratından ötürü kötülüğü bedeninde taşıdığının benimsettirilmesi ve kadının
kendini her an avlanılacak bir av gibi sanma süreci çocukluktan itibaren
bilinçli ya da bilinçsiz davranışlarla çocuğun benliğine işlenir. Buna ek
olarak kadın, üzerine yatırım yapılması uygun görülmeyen arazi gibidir.
Olabildiğine atıl bırakılır, çünkü evlenip el olacak biri için maddi ya da
manevi bir yatırımın yapılması boşa bir çaba olarak görüldüğünden, erken
evliliklerin önü açılmıştır. Evden giden bir boğaz ev ekonomisi için bir rahat
nefes alıştır. Buna zıt olarak olabildiğine hoyrat ve başına buyruk
yetiştirilen erkek, hem ahlaki hem de davranışsal olarak tüm hata ve
yanlışlarıyla hoş görülen ve sırf bir cinse mensup olduğu için doğumla gelen
gücün getirisiyle ,tüm heybeti ve ailenin tüm bireyleriyle desteklenen egosu ve
otoritesi ile tam karşımızdadır. Bir tarafta kusurunun sırf kadın olarak
doğmasından kaynaklandığı alt bilincine kazınan tüm azciyeti ile kadın figürü
diğer tarafta yine erkek olarak doğması nedeniyle haklarını doğuştan kazanan,
ulaşılmaz ihtişamıyla bir erkek figürü.
Günümüzde durum
bu anlatılanlar kadar abartılı olmasa da tüm bu gerçekliklerle büyütülmüş
nesillerin genlerini taşıyan bireylerle şuan karşı karşıyayız. Kadın figürünün
en ufak bir sıçrama durumunda başına “sen kadınsın” tokmağını indirmeyecek bir
toplumun içinde olduğumuzu kimse savunamaz.
Ailede kadının
anne rolünün yanında ekonomik etkenlerden dolayı çalışan kadın rolünü de
üstlendiği günümüzde, elinin hamuruyla erkek işine karışılmasını istemeyen
erkekler , kadının aileye ekonomik katkıda bulunarak erkeğin egemen alanındaki
sorumluluğunu hafıfletmesinden hiç şikayet etmemektedirler. Şikayet ettikleri
şeyler ise kadının yapışkan görevleri olan çocukların tüm bakımı, ev işleri,
erkeğe karşı kadınlık görevlerini çalışırken aksatması, kadının aile içi karar
alma süreçlerine katılma cesaretinin kabarmış olması, kazandığı parada kendi
tasarrufunu kullanması... Erkeğin memnuniyetsizliğinin artması (bazen sırf
keyiften) bir tımar etme şekli olarak!
beraberinde şiddeti hatta cana kıymayı getirmektedir. Tüm bu süreçlerden
sonra günümüz kadının öğrendiği en net şey kendilerini tüm kötülüklerden
muhafaza edeceği öğretilen erkeğin yine kendisine karşı en büyük tehdit ve
tehlike olduğudur. Bu bilince varan, eğitimini tamamlayan ve ekonomik
özgürlüğünü kazanan kadın, erkek figüründen uzaklaşma eğilimine girer. Böylece
hatalar yanlışlarnı yanlışlar da felaketlerin itici kuvveti olmaya başlamıştır.
Ailelerde ta çocuk yetiştirilirken yapılan hatalar bugün toplumları felaketle
sürüklemektedir. Daha önce bahsettiğim kelebek etkisi sonucunu göstermiştir.
Günümüzde aile
kurumunun durumunu konuşurken, sadece günümüz sorunlarını değil, kalıtsal ve
kemikleşmiş sorunların da konuşulması gerekmektedir. Bunun yanında kadın ve
erkek ayrımı yapılmadan önce insan anlayışında yola çıkarak çocuklarımızı
yetiştirmemiz toplumdaki kırılmaları engelleyecektir. Şiddet, aşağılama, her
türlü zulüm ya da adına ne denirse densin insan onurunu kırıcı tüm yaklaşımlar
kabul edilemezdir.Birbirlerinden huzur bulsunlar diye tek nefisten yaratılan ve
böylece birbirlerine sevgi ve şefkat beslemeleri sağlanan kadın ve erkeğin birbirlerine
karşı üstünlük mücadelesi nizama aykırı olduğundandır belki de bu kadar sorunun çıkması.“Bir millet kendini bozmadıkça Allah
onların durumunu değiştirmez.” diye uyaran Kuran, “Biz her insanın kaderini
kendi çabasına bağlı kıldık.” da der. Toplumu değiştirmek ve nizama uygun
hareket etmek bireyin elindedir deyip, geleceğe daha anlayışla ve umutla bakmak
gerektiğini her defasında yineleyerek, çocuklarımızı her canlıya sırf canlı
oldukları için değer vermelerini ve saygı duymalarını hal diliyle anlatarak
yetiştirmeliyiz.