Yeni yeni putlar dikip,
insanların ve sistemlerin metalaştırılıp tapılmaya başladığı günlerin ufuğunda,
“ yok mu bir İbrahim, yok mu bir cesur yürek” deyip hayıflanarak göklere
bakmalara doyulamadı. Kurtarıcıların şafak vaktini bekler olundu, beklenen o ki:
gün doğacak ve bir bakılacak, insanlık bütün aciziyetinden kurtulmuş. Ne
beyhude bir rüya ki, birinden uyanıp bir diğerine uyuyor, uyumalara, rüya
görmelere bir türlü doyamıyor bir nesil.
Kolay olan bir kurtarıcı
bekleyip tüm sorumluluğu onun sırtına yükleyip, “hadi yap, kurtar bizi”
demelerin peşine düşüldü.Bir lider, bir öncü bulup peşinden gitmenin kolay ve meşakkatsiz yolu seçildi, sorgulamadan, şüphe edilmeden. Unutulan bir şey vardı
ki, öncü ve liderlerin hepsi bir sürünün çobanıydı, birey ya çoban olmak için
uğraşacak ya da kolayı seçip sürüye katılacak.Bazısı ise isyanı seçecek.
Çoban(lider, öncü) olmak için
uğraşan insanlar, emeklerinin karşılığını sürülerine katılanların bağlılık,
nitelik ve niceliklerine göre elde ederler. Lider otoritesini korumak
zorundadır. Bu nedenle grup içinde lidere ve liderin emirlerine tam bağlılık
esas unsurdur. Emirlere karşı gelenler sürüden uzaklaştırılıp ihanet damgası
ile damgalanırlar. Kralına karşı haklı
olan bir vekil, kocasına karşı haklı olan bir kadın, subayına karşı haklı olan
bir nefer; bunların hepsi iki kat cezaya çarptırılmaz mı? Zayıflar için haklı
olmak suçtur.” (Amin Maalouf )
Liderin statüsü sesinin ne kadar yüksek çıktığı, etkisinin ne kadar etkin
olduğu ve sürüsünün büyüklüğü ile ölçülür. Her insan lider olmanın yorucu
yolunan katlanamadığı için statünün getirdiği olanaklardan haberdar değildir.
Diğer bir seçenek: bir sürüye
katılmaktır.Dünyaya kendi kendinin çobanı olması için gönderilen insan, kendine
çoban olmanın büyük yükünü kaldıramıyor ve bir sürüye katılmayı seçiyor. Tüm
düşünme eylemini lidere ve gruba bırakan üye tüm iplerini de bulunduğu gruba
teslim etmiş oluyor. Çünkü düşünme ve risk alma görevini artık lidere bırakmış
ve bu görevlendirme onun için tüm yüklerinden kurtulma yolu olmuştur..Artık tam
bir grup üyesi olmuştur .Bir gün gruba aykırı düşünceler içinde olduğunda,
kendi fikirlerini dile getirmeyi cahillik ve saygısızlık olarak nitelendirmeye başlayacaktır. Sonuç ise :“Büyük
üstad’lara, büyük düşünürlere, büyük kahramanlara, liderlere tapınma
derecesinde bağımlı olan toplumlar/kültürler bu büyükleri aşmanın bir tür
sapkınlık olduğunu düşündükleri için, kendi kendilerine düşünemiyor ve özgün/bağımsız
yorumlar/yöntemler üretemiyor.”
(Atasoy Müftüoğlu)
Bir de tüm oluşmuş düzene
karşı çıkan isyancılar vardır. Onlar şüphecidirler: lider olmak ya da bir
sürüye katılmak için değil ,şüphecilikleri var olan tüm düzenleri sorgulayarak
mutlak bilgiye ulaşmak istemelerindendir. Körü körüne hiçbir bilgiye, sisteme ve
kişiye bağlanmamak mutlak güçleridir. "Hangi
bağlamda olursa olsun, otoriter üstaların/liderlerin pasif izleyicileri
olmaktan vazgeçmeliyiz." (Atasoy Müftüoğlu)
Onlara İbrahim’in yolundan
giderler de diyebiliriz.
“İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl
dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi.
İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim),
dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al,
sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları
kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azizdir, hakimdir,
buyurdu.”Bakara/260
Hz. İbrahim’in şüpheciliği inkara düşmek için değil, kalbinin huzur bulması içindi. İnsanoğlunun yüzyıllardır devam eden yolcuğununda mutlak bilgiye ulaşmak için göstermiş
olduğu çaba son yüzyılda umut ve şevk ışığından yoksun olarak devam etmektedir.
Düşünmenin, isyanın ve şüpheciliğin yerini doğruluğu/yanlışlığı sorgulamadan
toplum tarafından kabul görmüş eylemlerin ve inanışların direkt kabul almıştır.
Tahkiki imanın yerini taklidi iman
alarak, yapılan tüm ibadetlerin neden sonuç ilişkisi koparılmış sadece huşusuz
eylemlere dönüştürülmüştür.
Putları yıkmak için Hz.
İbrahim’i beklemek yerine her insan kendi kendinin İbrahim’i olmalıdır. "Biz her insanın kaderini kendi
çabasına bağlı kıldık." Nasıl ki , bireyleri dejenere olan bir toplam
çökmeye mahkumsa, bireyleri akletmenin tadına ulaşan bir toplum da kurtuluşa
yakındır. ” Kişiler kendilerini
değiştirmeden Allah toplumu değiştirmez.” İnsan kendinde mevcut olan atalet
durumunu aşıp kendine sorulan şu soruyu samimi bir şekilde yanıtlamalıdır.” Yani siz kimin dinine uyacaksınız.
Babalarınızın dininden misiniz, yoksa Allah'ın dininden mi?